Blogger Template by Blogcrowds.

Malaguena...

       İbne karakterli bir arkadaş dedi ki, "ulan o kadar yazıyorsun şöyle çalarım, böyle çalarım, hala bir halt göremedik..." Gece canım sıkılacak ve o zaman bir Malaguena kaydedeceğim, haliyle video üzerinde de oynamadan postalayacağım, ibnetize edecem ulan seni...

109,28

      Bu sayının kıymetini bilin, bir karbon atomu 4 hidrojen ile bağ yaptığında, her bağın arasındaki açının değeridir. 4 adet birbirine eş bağ yapma durumudur, %75 p, %25 s karakterli... sp3 melezi yapamasaydı karbon, sıçmıştık. Daha doğrusu, sıçacak bir yaşam olmazdı.

      Durduk yerde yazasım geldi işte...

J.S. Bach BWV 1060 Allegro

      Gel de şunu çalma şimdi...

      Nigel Kennedy'nin böyle konuştuğunu da bilmiyordum...

Üç Eski Aşka Dönmek

      Dur hemen atlama, romantik yazı çıkmaz benden, döndüm dolaştım, dünya müziğini gezdim, bulaşmadık halt bırakmadım, yine de vardım George Friderick Handel (George Friedrich Haendel), Johan Sebastian Bach ve Astor Piazzolla'nın dizinin dibine yattım...

     Mesudum...

Hörmetlerimle...

Lengeli Fötür...

     Trailerlardan dinlediklerimizin yanında, Aralık 15'te Atlantic Records tarafından satışa da sunulacak Avatar müzikleri listesi açıklandı azizim. James Horner ve Simon Franglen (My Heart Will Go On)  imzası var. Leona Lewis adlı Grammy adaylığı bulunan teyzemiz ise, kapanış şarkısı olan I See You isimli parçayı seslendirmiş...
Sağ cenahta numuneleri vardır.
Liste de şuymuş: 

1. “You Don’t Dream in Cryo…”
2. Jake Enters His Avatar World
3. Pure Spirits of the Forest
4. The Bioluminescence of the Night
5. Becoming One of “The People”
Becoming One With Neytiri
6. Climbing Up – “Iknimaya – The Path to Heaven”
7. Jake’s First Flight
8. Scorched Earth
9. Quaritch
10. The Destruction of “Hometree”
11. Shutting Down Grace’s Lab
12. Gathering All the Na’vi Clans for Battle
13. War
14. I See You (Theme from “Avatar”)

      Hemen her gün bir video çıkıyor da, bu ilgimi çekenlerden:

      Sabah markete gittim, bir dakikada başıma 3 farklı, ancak neticesi aynı olay geldi. Ben şu an uymuyor gibi dursam da, biraz nazik olun mına koyum yav! Tüm gün küfür yemezsiniz... Belki dayak yemekten de kurtulursunuz...

Şair Yönüm

      Zamanında bir çeşit sözlükte şiirlerimi görücüye çıkardım evlat! Bak da nasıl şiir yazılırmış öğren! Ne demiş meşhur kitabında yazar: "Tedavi edilemeyen bir hastalığa yakalandı, şair oldu..." Bir iki değişiklikle, yeniden üzerindeki tozları kaldırıyorum.
Ve de, ha ha ha!

Kel Kafalardan Yansıyan Gün Işıkları

Evim çok üst katlarda değil, bilirsin, 
Ama altta da kalmaz hani.
Hem ben içindeyken,
Benim zeminim değil midir?
Kimin altında,
Kimin üstünde olduğunun ne önemi var!

Camdan çıkarınca kafayı, 
Ararken silüetini varlığının,
Gözüme vurur da vurur,
Kel kafalardan yansıyan gün ışıkları...

Günün düşüşüne binbir dize yazmış binbir şair,
Bir de ben yazayım dedim...

Sen, gün batımı ve aşka dair.

Ancak gözüne doldukça Aşık Lengeli'nin,
Beynini uyuşturdular,
Kel kafalardan yansıyan gün ışıkları... 
 

Yerin Çektiredimi
 
Yerin çekimini siktir ettim,
Ama gök felaket itiyor.
Çapraz sorguya çektim hislerimi, 
Çeliştim bir diz boyu,
Bir arpa boyu, 
Bir yol boyu...

İçimde erittim herşeyi, 
Maden gibi,
Lakin her yanımı sinsi bir is kaplamış...
Kapkara...

Tekerleklerin dönüşüne havlayan itler gibi, 
Kediden kediye atlayan bitler gibi,
Yolumu hep kaplayan çitler gibi,
Düşündüm de ne olduğumu bulamadım.

Kendi içinde tutarı olmayan şiirlerin şairi olmaya kalktım,
Paintball oynarken bile düşmana ağaçtan sarktım.

O ağaca bir koca seng fırlatan dilber yardı başımı,
Bir katre içemeden devirdiler aşımı.
Dolduramadım yılların içini, haketmedim yaşımı
Berbere küfreder Aşık Lengeli, neden kestin lan kaşımı?


Hörmetlerimle...
Aşık Lengeli...

      Arkadaşım, şu djital kompakt makinelerle fotoğraf çekerken, hani şu sigara paketi kadar olanlarla, işte onlarla geniş açıdan girmeyin adamlara, dijital zoom olayına geçmeden, yapabileceği maksimum zoom'a getir ve uzaktan çek, bak görece daha iyi (sınırlı) bir alan derinliği, daha az distorsiyon falan olacak. Bu öğüdümü tut, fotoğrafın daha iyi dursun.

Hörmetlerimle...

Lengeli Fötür...

6 Telli


Teo Scharpach - Hayalimdeki model, Ahmet Kanneci kullanır.

      Şimdi bu alet için, 6 telli olmasından mütevellit, "altıpatlar", lafını kullansam kim bana ne diyecek? Bundan sonra böyle, "çektim altıpatları, sıktım notayı." Ölmem, diyen beri gelsin... Alayım neyi var neyi yok elinden!

District 9 - Efekt

      3 sözlükte yazarım(ekşi-ulu-itü), hepsi de efekt Oscar'ını alacak, teknik dalda koyacak diyor.  "Avatar from the Oscar Monster director of Terminator, Aliens, The Abyss, Terminator 2, True Lies  and Titanic", dururken mi?

      Şimdi oraya(özellikle ekşi - 2 yıl olmuş yazmayalı) yazmıyorum artık fikirlerimi, itü'de üstünkörü geçtim ama, eskidendi onlar... 

      Oscar moscar ama, Rıdvan Dilmen ses tonuyla: "Bok alır!"

      Tamam Word var, OpenOffice var, istersen Google Docs var. Ama bir de elle yazmak var. Eğer ki dolmakalem, daha kötüsü Pilot tabir edilen kalemle yazıyorsan azizim, kağıdın bir yüzü kaygan, diğer yüzü pürüzlüdür. Kaygan olanı dokunarak bul, ve o tarafa yaz, mürekkep dağılmaz, kalem buz pistinde gibi kayar. Az veya çok, her beyaz kağıtta bu vardır.

Hörmetlerimle...

Lengeli Fötür...

G.I. Joe

     Yahu Rise of the Cobra, bizim memlekette pek hayra alamet bir laf olmayı beceremez, zaten gördüğüm kadarıyla becerememiş de, Adewale abim olmasa içinde izlemezdim. İzledim dün...

     Yukarıdaki Şaban'ın lafını kullanarak: "Arkadaşlar gelmeyin, filmin ucu bombok bi yere çıktı."

     Son yıllarda bu kadar dandik bir film izlememiştim, bir de kafamızın carta curta basmadığı zamanlarda G.I. Joe hastalığımız vardı yahu...

Celloproject - Libertango

Şu sıralar müzikal cenahımda bir depreşme, bir kıpraşma hissediyorum. Bir klip çekmemi isteseler, herhalde seçeceğim parça, çalacak isimler ve çekeceğim halt aynen böyle olurdu. Şarkıdan yoruma, açılardan sanatçıların hareketlerindeki kurguya, mekan kullanımına, seçimine vs. vs... tek kelimeyle saf, duru ve mükemmel bir çalışma bana kalırsa. Eh çaldıkları da, yeryüzünde bestelenmiş en güzel şey olan Astor Piazzolla'nın Libertango'su olunca, ne diyelim ki şimdi.

Arkadaşım, bu kadar mı parçanın içine girilir, sonra bu kadar mı parça içe çekilir. Aşkın tanımını soruyordunuz, alın, bu adamların yaptığıdır işte. Yemişim gerisini... Daha da Freudyen yorumlara girerdim ama, girmeyim şimdi...

Bak hem kel karizması var adamda. Kelim ya, o bakımdan...

Depreştim bak.



Hörmetlerimle...

Lengeli Fötür...

Oku Dedi, Okudum.

      Yıllardır okuyoruz haliyle. Önümüze ne çıksa da okuduk, seçerek de okuduk. En azından şimdilik, bir kaç kitap kesinlikle dönüp dolaşıp tekrar okutuyor kendini... Kitaplığım hemen yanımda duruyor, gözüm bazılarına takıldı, yazmak istedim birden. 

      Trevanian - Shibumi: "Bunu okumayanı dövüyorlarmış", haline dönüşmeden evvel tanıştığım bir kitaptı kendisi. Yıllardır geliyor, yıllarca gidecek... Özellikle edebi olarak, kısa ve karakteristik Trevanian tasvirleri ile örülmüş olmasına karşın, asıl gücünü kurgusundan alıyor ve tabii ki ilginç konusundan da. Araya serpiştirdiği kısa, net ve özgün felsefi sözlerini ise genelde, roman tarihinin en özgün karakterleri arasına kafadan ilk sıralarda girecek olan Nicholai Alexandrovitch Hel ağzından söylüyor. Nicholai Hel, romanda da Trevanian'ın belirttiği gibi, okuyucunun özedeşleşmesi derdi ile değil, olamayacak kadar mükemmel bir fevkalgayrıkahraman olarak önümüze dikiliyor. Zaafı insan olamamak gibi duran bir adam. Fazla uzatmamalı aslında, Trevanian işin edebi yönünde ne kadar güçlü olduğunu aslında, Nicholas Seare adıyla yazdığı 1339 ... or so: An Apology For a Pedlar (1975) ve Rude Tales and Glorious (1983) kitaplarındaki ele alış tarzı ile göstermiş ve ölmeden gerçek ismi olan Rodney William Whitaker adı ile imzaladığı the Crazyladies of Pearl Street romanı ile, kaleminin gücünü tamamlamıştı. 

      O kadar romanı ve kitabı içerisinde neden Shibumi?

      Çünkü Trevanian, The Eiger Sanction (Clint Eastwood oynadı ve yönetti, aynı isimle - 1975) ve The Loo Sanction, The Main ve Incident At Twenty-Mile kitapları ile, özellikle dedektif, komplo, eski - yeni polis vs. gibi Holywood filmlerinde dahi görmeye alıştığımız bildik klişeleri kendi üslübuyla çok kısa ve net bir biçimde, dikkat çekici ve akılda kalıcı karakterlerle ( Dr. Jonathan Hemlock, La Pointe vs...) anlatmıştı. 

      Bambaşka bir yere konumlanabilecek bir kitabı daha vardır ki, The Summer of Katya; bir çok yazarın sayfalarca anlatımla veremediği psikolojik çözümlemeleri yine net, kısa ve kendine has benzetmelerle verdiği ve en önemlisi, omurgasını bir aşk hikayesine oturttuğu bu kitap, benim diyen finalde dahi rastlamayacağınız kurgusu ile, Trevanian bibliografyasının en nadide parçalarından biri halini almıştır bana göre. 

      Özellikle hikaye anlatımının doruk noktasına çıktığı Hot Night in the City, öykülerindeki farklılık ve daha sonra karşımıza The Crazyladies of... kitabında devamı gelecek ucu açık noktalar ile sadece kurgu, aksiyon, komplo, macera vs. romancısı olmadığını, hakiki bir edebiyatçı olduğunu, Nicholas Seare adıyla daha önceleri de yazmasına rağmen pekiştirmişti.

      2005'de web üzerinden yayınlanan "Cybernotes", ile desteklediği ve otobiyografik kurgu kitabı the Crazyladies of Pearl Street ile, şimdiye dek hiç görmediğimiz bir Trevanian gördük, saf, duru anlatımı bu kez, bir yazarın hayatının nasıl ve nerelerde şekillendiği üzerine inanılmaz bir hayat hikayesi sunmaktaydı.

      Neden Shibumi sorusu bunlardan sonra eksenini buluyor, çünkü Shibumi, Trevanian'ın tüm bu eserlerinin tek bir vücutta toplanmış hali gibi duruyor, yazarı en iyi ortaya koyan kitap halini alıyor. Ve tabii ki okuyan herkesi Go manyağı yapabiliyor, benim gibi, oynamak isteyenleri beklerim...

      

      Bir daha kitaplığıma bakıyorum, ve Cervantes'i görüyorum, Don Quijote. Bu adamakıllı ilk roman, hala inanılmaz, hala hayranlık verici, hala ilham verici olarak orada duruyor. 

      Günümüz yazarlarında çok görülen ve çoğu zorlama olan, karanlık, alakasız tasvirlerle ve karanlık anlatımlarla bezenmiş romancıların aksine ( Yeni nesil Türk yazarlarından bilin bakalım kimler var?), özellikle bunlardan da kaçındığını kendisi belirterek yazmış Cervantes bu romanı. Cervantes Yunan tanrılarının peydah olduğu Titanlar gibi, orda öylece duruyor. 

      Gözüm James Joyce'a takılıyor, bunun üzerinde yazacak bir cüret bulamıyorum, ve susuyorum.

      Oldum olası Rus edebiyatından pek hazzetmem ne yalan söyleyim, o nedenle başucumda yokturlar. Okumadığımdan değil, sevmediğimden, ama sevmeme nedenlerimi hala kelimelere dökebilecek kadar bir hakimiyetim de bulunmuyor.

     Yüzlerce kitap görüyorum daha, Şevket Süreyya'nın Toprak Uyanırsa kitabı beni hep gazlıyor, müzikal biyografiler de aynı işi görüyor ( Bach, Mozart vs....), kurgu - bilim kitapları, bilimsel yayınlar, vs vs vs... Romanlar, öyküler, tematik yayınlar, sürekli yayınlar...

       Yeni kitaplar geliyor, gidiyor, okuyoruz bakalım. 

AP's Oblivion

      Benim 3  klasik gitarla yapacağım naneyi, bu abim viyolonsel ve keman ile yapmış. Aynı adam, tek video.

       Bu alttaki Astor Piazzolla'nın Oblivion eserinin benim 3 gitara adapte ettiğim 2 piyano versiyonu, notaları bu sefer yaptığım gibi el ile yazmayalı 6-7 yıl olmuştur herhalde, onu da dijitale bağladık gerçi ama... Böyle çok da zor olmayan bir eser, ilk etapta işimi kolaylaştıracaktır diye düşünmekteyim... Sonra belki Libertango, Invierno Porteno vs, belli mi olur?

      Coming Soon...

      Hörmetlerimle...

      Sir Lengeli Fötür The Virtuoso...

.

     İnsanların kendini evlerine kilitlemediklerini, aksine dış dünyayı sanki bir kutuya kilitleyip onu bir köşeye kaldırıp, evleri içerisinde kendilerine dünyalar, hatta evrenler yarattıklarını düşünmeye başladığımdan bu yana neredeyse onda bir asır geçmiş. Oysa o zamanlar yaşayışım bir ev içerisinde de geçmiyordu (yatılı).

     Şimdi neden böyle dedim? bilmiyorum, fark ettim ki, kat başına dört daire düşen apartmanımda, değil bakkala giderken, 2 hafta uğramayacaksam dahi kapıyı kilitlemeyen bir ben varım. Daha da netleştireyim, evin içindeyken bile herkes kilitliyor.

     Bu bir eleştiri değil, ne toplum yapısına, ne bireysel korkulara veya ne de kişilerin kaygılarına. Sadece bir gözlem. 

     Ne bileyim aklıma geldi işte, demin dışarı çıkınca. Sonra bunun bir de sanal boyutu olduğunu farkettim. Bu sanalda her şey daha keskin vaziyette galiba (Web). 

     Düşünüyorum, o halde yine yazmıyorum.

     Hörmetlerimle...

     Lengeli Fötür.

      Şimdi sana duyduğum samimiyetten Kamuran diyorum ama, kardeşim fragmandan tüm filmi seyrettirme niyetindesin galiba. Az çok Kamuran'ı tanıyan biri tüm hikayeyi bu fragmanlardan görüp anlatabilir. 

    Hadi ben anlatayım, diyeceğim de, yok anlatmayım, gidin izleyin, asabımı da bozmayın!

     Zaten "Vizyon videosunda fragmanlarda olmayan görüntüler var", dedik, ertesi gün onlardan fragman yayınladı şu meşhur "officialavatar" zatı!

Canımı sıkıyorsun Kamuran.

Hörmetlerimle

Lengeli Fötür.


     Erkenden başlamak istedim, bu da artık, yılı aşan bir süre boyunca takipteyim demek oluyor. Avatar, bilimsel açıdan saçma olan, ancak Armageddon filmindeki gibi, asıl meteor olarak kendisi gelmeden önce, Gamer, Public Enemies, Final Destination 4 hatta DD üzerinden The Curious Case of Benjamin Butt. filmi ile öncül ufak meteorlarını göndermeye başladı.

Bu filmlerden ve Avatar ekibinin yeni projelerinden de anladığımız gibi, Avatar bir tarihi "failure" olmayacak... Yani endüstriyi kolları arasında saracak, öpecek. 

IMDB'de James Cameron adı altında görünün Battle Angel. 2011 yılı hedef. Battle Angel Alita isimli bir mangadan yola çıkan Cameron, zannımca Avatar'dan daha iyi bir film ile önümüze gelecektir.

Battle Angel, neden böyle düşündüğüm vs. ilerde blogumun parçaları haline gelecektir efendim.

Hörmetlerimle...

Lengeli Fötür.



James Cameron's Avatar -1

      Zamanında yazılar yazdığım sinema sitesinde, aylarca bu film üzerine haberleri, ilk duyurulan şeyleri, röportajları ve çevirilerini bizzat yaparak videolar vs. yayınlamıştım. 

Bana bağlı olmayan nedenler yüzünden ilgilenememiş, neticesinde ise sinirlerimi zorlayan davranışlarla karşılaşmış, yine de tepki vermeden sessiz sedasız, "bırakıyorum", dahi demeden ayrılmıştım. Herneyse, beni sinema yazarı yaptıklarını, ancak sonradan ihanet ettiğimi söylemeyi yeğleyebilirler, zira başkaları için bu lafı duymuştum. "Her ne haltsa", diyor, fötürümüzü başımıza geçiriyoruz...

Burada ilk etapta, oradakinin muhtemelen % 2-3'ü, kadar bir okuyucum olacak. İnternetten de ayrı kalmayı yeğlediğim iki ay sonunda hayli gelişmeler oldu Avatar hakkında. Trailer'ı gösterildiğinde bile ortada yoktum.

Şimdi buraya bir video ile giriş yapalım. Bu video, www.avatarmovie.com sitesinde de bulunan bir videodur.


Avatar ve James Cameron Vizyonu hakkında videomuz (kotalı dostlarım için uyarı, video HD'dir):

     Peki neler var videoda, İngilizce diline hakim olmayanlar için, kısaca özetlersek, James Cameron'ın vizyonu üzerine olan video, Pandora ile beraber inanılmaz bir evren kurgulanışı, Cameron'ın işinin en  iyileri ile çalışmaktan duyduğu memnuniyeti, Teknik yorumlar, oyunculardan yapımcılara herkesin Holywood Endüstrisi'nde bir devrim yapacak filme ve Cameron'a duydukları hayranlık ile, daha evvelki Trailerlarda bulunmayan bazı görüntüleri içermekte. Hatta Planet Pandora değil, Planet Jim (James) denmesi işi özetliyor. Kıskandım ordakileri ben oturduğum yerden şimdi...


Israrla isteyiniz: James Baba, büyüksün!!!

GDO

     Opsiyonu biyoteknoloji olan bir biyokimyager olarak, bu konuda laf etmeden durmam imkansız. İlerde sıklıkla ve daha da açık olarak yazarım.


Ama kısaca şunu diyebilirim, GDO'ya koyayım....

Aylak Okur

        "Aylak okur: Bu kitabın (blogun), zihnin, düşünebilecek en güzel, en zarif, en akıllıca ürün olmasını isterdim; buna yeminsiz inanabilirsin. Ancak tabiat kanununa karşı çıkamadım; tabiatta herşey, benzerini doğurur. Benim kısır, gelişmemiş zekam da, her türlü rahatsızlığın hakim olduğu, her türlü hazin sesin duyulduğu bir hapishanede doğmuşçasına kuru, kırışık, maymun iştahlı ve çok çeşitli, kimsenin aklına gelmeyecek düşüncelere boğulmuş bir evlattan (Cervantes için Don Quijote - Benim için Lengeli Fötür) başka ne doğurabilir? Huzur, sakin bir yer, kırların hoşluğu, gökyüzünün duruluğu, pınarların şırıltısı ve ruhun dinginliği, en kısır ilham perilerinin bile verimli olup dünyayı hayranlık ve ve memnuniyete boğan çocuklar doğurmalarına fırsat verir..."

La Mancha'lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote, YKY, Syf: 39 - Miguel De Cervantes Saavedra 


Blogumuzun ilk yazısı, bir kabusun nedenlerini ve önleyici çalışmalarını kapsıyor:

Vatandaşlarım, hemen herkesin derdi olan bir konu, misafirlikte helaya girdiniz, bir kütle bıraktınız ve orada kaldı. Haydaaaaaaa! Onun orda kalması / gitmemesi, tıkaması ve tortul kayaçlara öykünen fiziksel yapısının nedeni, bu özelliklerin misafirlikte gelip size çatması bahtsızlığı değildir! “Ne zaman sigara yaksam otobüs gelir, hangi hatuna yazsam sevgilisi var, sinemada hep koca kafalılar önüme oturur”, vs. vs. vs. diyenleri duyar gibiyim. Hayır kardeşim, olayları bahtsızlık olarak görüp, bu bahtsızlık üzerinden kendini negatif bir açıdan “unique”, olarak gösterme çabanı anlıyorum, lakin saçma bulduğumu belirtmek istiyorum. Evet kardeşim, misafirlikteki bu atık ürününüzün neden gitmediğini açıklıyor ve nasıl önleyeceğinizi söyleyerek insanlığa bir hizmette bulunuyorum…


Evvela, misafirlikte helaya gitmek için, yumurtanın kapıya dayanmasını bekliyorsunuz değil mi? (Seyirci hep bir ağızdan bağırır: EVEEEET!) Hissettiğiniz an giderseniz, böyle bir sorununuz olmadığını göreceksiniz. Sanki kimse sıçmıyormuş gibi davranmayıp zamanında gidiniz. Aksi takdirde, suyun reabsorbsiyonunu yapan kalın bağırsakta atıklar ne kadar durursa, o kadar içindeki su geri emilir (evet, boktan ilk su çıkaran tesislerden biri içimizdedir) ve bu emilimin süresini uzattıkça, atık bir nevi çamurdan kile, oradan kayaya dönüşür. Ateş düştüğü yeri yakar, kaya düştüğü yeri yıkar, bunu yapan, yaptığı helayı tıkar…

Evet millet, cevabı açıklamasında gizlidir, misafirlikte ilk hissettiğiniz an helaya (lavaboya değil, helaya!) roketlerseniz, misafir helası tıkamak olarak da bilinen ve “underground science”, adını verdiğim 3G bilimde KBS* olarak geçen sorunun önüne geçmiş olursunuz.

Hörmetlerimle…

Lengeli Fötür.

*Kazık Bok Sendromu

Lengeli Fötür Manifestosu


Lengeli Fötür, saçma sapan bir tasarım ve ondan hiç de aşağı kalmayan bir şekilde gelişecek olan içeriğiyle (kendimi tanıyorum ya ondandır), yayın hayatına başlıyor, hatta başladı.
Kimdir bu Lengeli Fötür?
Cinsiyetim heriftir. Yaşımdan, burcumdan, işimden gücümden bahsetmek derdim değil, kariyerimin –koruk- noktasındayım sadece, bildiğim tek şey odur.
Nereden yazarım?
Geceleri yattığım yer başta olmak üzere her yerden yazarım.
Ne yazarım?
Biri, herhangi bir şeyi, benden önce, benden daha güzel ifade etmiş ise ve ben onu biliyorsam, direkt ondan bahsetmeyi severim, ondan alıp kendi fikirlerimmiş gibi yazmayı sevmem, yazanı da sevmem. İntihalden, besmeleyle muamele edilmiş şeytan, haçı görmüş vampir, suyu hisseden kedigil bireyi, T-800 tarafından kovalanan Sarah Connor, Mahmut Hoca’nın nefesini ensesinde hisseden Hababam Mensubu gibi tırsar, itinayla kaçınırım. Yazılarım da bizzat tarafımdan kaleme alınmıştır ki, “kopi – pest”, sevmem, yapanı da sevmem. Bir yazıyı ya üzerinde yorum yapmak için, ya çevirdiğim için, ya da dijital ortama aktarmak için aynen alırım. Daha evvelki bloglarımda yaptığım gibidir. Eğer kendime has zannettiğim, benim gözlemim sonucu olduğunu düşündüğüm bir şeyler yazarsam, ancak ondan daha evvel başka bir yerde bahsedildiğini sonradan görürsem, “ne yapalım, kader”, der güzelce küfredebilirim… Yerinde küfredeni severim, küfredene öcü muamelesi yapana söverim (yerinde küfretmek?) …
Sözün özütü, canım neyi isterse onu yazarım. Abuk sabuk edebiyat yapanı da, onu okuyanı da sevmem. Edebiyat parçalamışsam eğer, gayem “testicle pass by (-to pull somebody’s leg- lafın doğrusu olsa da)”, durumudur. Hele “şiir yazıyorum”, diyerek 3-5 kafiye bulan ve hemen hemen her yaş grubundan numuneleri bulunan tiplemeleri yolda görsem, kızılcık sopasıyla ıslatıp, meşe odunu ile kurutmadan geçmem… Onun dışında her yolum vardır (her türlü “giderim”, vardır) …
Sinemayı severim (hemen hemen bütün sanatlardan beslendiği için bir nevi süzekten geçmiş özetleyici bir yanı olduğunu düşünürüm). Ancak parantez içiyle çelişerek yazayım, “sanat filmi”, denen sıkıcı şeylerle aram hoş değildir. Bu hoş olmamayı “boş olmak”, minvalinde algılayan varsa, “hadi canım ikile, gölge etme fotosentezimi kesiyorsun, boş ol, boş ol, boş ol”, der yollarım; Alayına avantür, alayına kurgu-bilim, alayına korku, alayına hararet, alayına aksiyon severim (alayına sevmek?)…
Müziği severim, “sahil gitaristi, plaj gitaristi”, diyerek yerden yere vurduğunuz adamların avukatlığına soyunurum, lakin sonra giyinir, gider bir temiz onları da döverim. Çelişik durumların adamıyım, mantığı üçe ayırır, sonra birleştirir, sonra tekrar ayırırım, ama bu kez dörde. Neticede birleştiremem, elime yüzüme bulaştırırım…
Her boktan anlarım… Anlamasam da anlar görünebilirim. Anlamazsam hiç oralı olmam. Zaten anlamı içinde gizli, her şeyden değil, “her boktan anlarım”…
Hörmetlerimle…
Sir IV. Astur "Lengeli Fötür" Quemandele…

Daha Yeni Kayıtlar Ana Sayfa