Blogger Template by Blogcrowds.

Chris Nolan's Inception

       Anti-Avatar denilen bu film, bir şekilde anti - James Cameron olarak görülmek istenen, ancak bu hususta fikrini bilmediğim için bir şey dememin terbiye noksanlığı olacağı Chris Nolan'ın beni gazlayan filmi. Bakalım adam öyle düşünüyor mu, hay şu fanların da, haterların da...

       Bir avuç ibne, otur yerine, tezahüratları ile karşıladığım Varnır Biraderler, 2. fragmanı apar topar kaldırttılar.

      Ama bu film mercek altında, bu böyle biline. Öyle Cameron ile, Avatar ile de kıyaslamayın artık şu herifi ve filmlerini, ayrı bir yer, ayrı bir tarz tutturmuş gidiyor. Elinizde bi TDK vs Titanic vardı, o da sadece gişe başarısı temelli bi versuslamaydı. Başka bir olayları yok birbirlerine karşı. Peh.


Ama Inception?

Hell Yeah!


Hörmetlerimle

Sir IV. Astur "Lengeli Fötür" Quemandele


2012 gibi bir filmde dünya yıkmak nedir ki, Cameron dünya inşaa ediyor! Sıkleti yetmez, hiç bir filmin sıkleti, Avatar'a yetmez. 

      Yıllarca süren bekleyiş sona erdi... Üzerimde hala Pandora'nın binbir çeşit bitkisinin hayali kokusu ile masamın başına geçtim. Koku, çünkü filmi izlerken, yıllar önce, eski okulumda (Ege Üniversitesi) bulunan herbaryum merkezindeymiş gibi hissettim kendimi, ve koku hafızam canlandı. Ormanın nemini aldığım her nefeste hissettim. Sinema kimileri için biraz olsun kandırılmaktır, kandırılmak için peşinden gideriz. Şu an 4,5 ışık yılı uzaktaki Alfa Centauri A'da, Jüpiter gibi tamamen gazdan oluşmuş, ancak Satürn boyutlarındaki Polyphemus Gezegeni'nin uydusu Pandora'nın varlığına, doğasına ve Na'viler'in yaşadığına dair her türlü yemini edebilirim... Hepsi gerçekti...

      Uzunca bir süre, Avatar hakkındaki en ufak bilginin hep izini sürdüm, son bir kaç haftalık tantanası ile gazlanmış veya wikipedia odaklı bilgiler ile yazılmış bir yazı bulmayacaksınız, bu yazı Avatar'ı uzunca bir süredir bekleyen, hemen her aşamasını takip eden ve yeri geldiğinde çeşitli platformlarda, film için yabancı orijinli haberleri Türkçeleştirip yegane bilgileri ve yorumları derleyip toparlayan bir kişinin yazısıdır. Bu yazı, James Cameron'ı bütün yaptıklarıyla onlarca kez didiklemiş birinin yazısıdır. Bu yazı 1978 yılındaki Xenogenesis'i Miladı alıp, öncesinden de itibaren 2009'daki Avatar'a kadar James Cameron'ın tüm işlerini, tüm karelerini, tüm senaryolarını, yaptığı hemen herşeyi, kendi aldığı eğitimden çok çok daha iyi bilen birinin yazısıdır.  

       
      Bulunduğum il nedeniyle (Kayseri), IMAX 3D olarak izleyememenin, ki Ankara'ya gelse oraya gitme planlarım vardı sırf bunun için, dezavantajı dışında, RealD 3D teknolojisine sahip şanslı az sayıdaki ilden birisi olması nedeniyle, kendimi pek ala şanslı hissedebiliyorum. Cuma günü için ayarlamaları yaptıktan sonra, Perşembe günü öğreniyorum ki, Perşembe 21:30'da bir seans açılmış. Daha önceden sırf Avatar'dan maksimum performansı alabilmek için Final Destination 4 gibi bir çok 3D'yi saçma sapan kullanan filmi izleyerek en güzel yerini keşfettiğim Kayseri Park Cinebonus Sineması 2 numaralı salonda, tam istediğim yerin biletlerini hemen alıyorum ve koltuğuma kuruluyorum. Yanımda kuzenim var, heyecandan sesim titriyor.

      Reklamsız, filmden önce herhangi bir fragman görmeden Hemen 20th Century fox bizi karşılıyor. Bir yıl boyunca adamakıllı bir ses çıkarmayan Fox, asıl kozunu yıl biterken gözümüzün önünde açmaya başlıyor. 9 dakikalık bir ara ile, 161 dakikalık film 170 dakikaya çıkıyor. Çıkıyoruz, dönüş yolu için bir vasıta yok. Hava güzel, "Avatar konuşa konuşa yürüyelim", diyor ve 2 saatlik bir yürüyüş ve çorba molası sonrası 13 Km'lik mesafeyi alıp eve geliyoruz. Avatar konuşuyoruz, yorulmamışız. 

      3 saate yakın sürede neler oldu? Olabildiğince film hakkında bilgi vermemek niyetinde olsam da, senaryoyu da deştiğimde, illa ki olacak.

      Filmden önce filmi izlemeden mantık yürüten tüm işgüzarların konuşmalarına James Cameron hemen, çabuk ve gayet mantıklı bir biçimde bir güzel cevap veriyor. Neden felçli bir asker, neden Avatar yapacak teknoloji var, felçli bir emekli askeri iyi edecek olanı yok, neden neden... Burada bir ara verip teknolojiye geçiş yapıyorum.
 

      TEKNOLOJİ

      Öncelikli hedefim Avatar teknolojisi. Fragman ilk çıktığında hep, "bilgisayar oyunu gibi", "gerçekçi değil, bu muydu övülen Avatar", gibi laflara gark olduk. Oysa demiştim ki, 1080p fragmanlar, size parlaklık, oversharpen bir görüntü ve gerçek kişilerde dahi plastik bir ifade getirir. Hi-Def dediğimiz şey, aslında hay may değil, sadece iyi çözünürlük ve biraz daha iyi renk hadi olmadı zaman zaman fps vermekte. O nedenle, Avatar dahil, hemen hemen bütün filmler, özellikle 1080p de yapay gösterir efektleri. Sinemada, 4:4:4 dijital projektörlerde, polarize gözlüklerle izleyince, tüm bu sesler kesildi. Çünkü işin handikaplarından biri de budur. Bunu hemen çenemize vurma huyunun bir parçası olarak alıyor ve devam ediyoruz teknolojiye.

      Bu filmin getirdiği ilk yenilik, Cameron/Pace Fusion System adı verilen, çift lensli, omuzda taşınabilen, hem optik, hem de eksen odaklama sorununu aşmış 3D kamera.
        
      Bu kameranın gelişim aşamalarına baktığımızda, hep Cameron ile çalışan Vince Pace ve James Cameron adları var. Dakika başına maliyeti ile hala dünyanın en pahalı filmi olan (5M $/min) T2 3D Battle Across Time ile 3D yolculuğuna başlayan ikilinin, nihai ana vardığı nokta olan bu kamera. O filmdeki, toplam 250 kg olan sistem, şu an 14 kg civarına inmiş durumda. ayrıca IMAX 3D sualtı belgesellerini, daha IMAX kameraları elalem doğru düzgün kullanamazken, suyun 3000 metre altında 5-6 yıl evvel çekebilmiş ikili. 

      Tıpkı bilimsel açıdan çok saçma da olsa, Armageddon filminde, astroidden önce gelen minik meteorlar gibi, Cameron/Pace sistemi ile çekilmiş kameraları Final Destination 4 gibi filmlerle daha evvel gözlemlemiştik. Buradan bir sonuç çıkıyor, Cameron bu 3D kamera kullanımında çok ilerlemiş durumda. Yıllarca edindiği tecrübe, onu Avatar'ı diğer 3Dlerin yuvarlandığı algı uçurumuna düşürmüyor. Diğer filmlerde özellikle herşeyin seyircinin gözüne gözüne sokulması numarasına Cameron kaçmıyor. Sadece bir sis bombası ve bir ok sahnesinde size doğru, o da tam hedef siz olmadan geliyor. Oysa diğer 3D filmler ve animasyonlarda, herşey üzerime gelmişti. 

      Cameron, "3D'nin dozu" diye bir laf üretirsem, çok iyi ayarlayabildiğini bize gösteriyor.

      Aslında 3D film izlemek, öğrenilen bir şey, gerçek 3 boyutta, gözünüzü, istediğiniz yere odaklarken, 3D filmlerde, ancak kameranın odaklandığı yer nettir, derinlikte, sizin istediğiniz yere odaklanmak yoktur. bu tıpkı kısıtlı alan derinliğinde, bulanık fonu izlemeye çalışmaya benzer. O nedenle 3D filmler, asla 2,5D'nin ötesine geçemeyecektir. Hologram olmadıkları sürece!

      Performance capture teknolojisine gelince, bildiğimiz Motion Capture olayının level atlamış hali diyoruz. O nedenle CG karakterlerin hareketleri yapay değil, hareketleri değil, oyuncuların her mimik ve jestleri, performans olarak yakalanıyor. Bu konuda ne kadar ilerde olduğunu anlamak için, hala Avatar çağdaşı bir çok CG içeren filmin rezilliğine bakmak kafidir. Kaldı ki bu, Cameron'ın The Abyss ile başlayan Synthespian tecrübesinin Terminator 2 ile devam etmesi ve ipin ucunu buralara kadar, her zaman, "devrimci yönetmen", olarak tanımlanmasıyla da getirmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. 

      Buradan Pandora'nın yapımına geçiyoruz. Pandora seti, dünyanın en büyük Greenbox'ı desek yeridir. Filmde kameraların büyük kısmını, hatta sanal kameraların hepsini kullanan kişi: James Cameron. Adam boş Greenbox'ın içinde elinde bir monitör ile yürüyor. Monitör sanki çıplak gözle görünmeyen ancak, kameranın yakaladığı Pandora'nın içerisindeymiş gibi ona görüntüler sunuyor, görüntüye yaklaşabiliyor, uzaklaşabiliyor, otların arasına girip, bir anda göğe yükselebiliyor... Olayın büyüklüğünün, farkında mısınız?

      Bu basit anlatımdan sonra, neden Avatar'ın bir devrim olduğu umarım açıktır. Spielberg kafayı yemişse, Ridley Scott 3D'yi ciddi ciddi düşünüyorsa, Lucas sonunda asıl devrimciyi gördüğünü anladıysa ve Soderberg  gibi adamlar küfredemeden tanımlayamıyorsa, "ne devrimi, bence devrim değil", demek, klavye başında ahkam kesmek, dünyanın en itici insanlarını yaratmaktadır, demedi demeyin. Sence değil, çünkü tıpkı The Prestige filminde numaraya kafası basmayan seyirciler gibi andaval olduğun içindir.

      Bu filmde islediklerinize "Photorealism", yani "fotogerçekçilik", adı veriliyor. Kim diyebilir ki, Pandora gerçek değildi?



       SENARYO

       James Cameron'a bir kitabın yeni baskısının önsözünde   bir teşekkür vardır. Kitap Screenplay, yazarı Syd Field'dir. Bu kitap var ya, o beğenmediğimiz Holywood klişelerinin temel taşıdır. Bir filmin tutmasını sağlayan, gişe başarısının sırlarını anlatan, senaryonun matematik işi olduğunu gösteren kitaptır.  Bu kitap, türkiye sinema okullçarında gösterilen içi geçmiş senaryo kitaplarından değildir. eğer ki kitabı okumuşsanız (23 -24 dilde baskısı vardır, Türkçesi yoktur), James Cameron filmlerini zaten sinopsisini okusanız dahi önceden kestirebilirsiniz.

         Yani, film klişelere boğuk tespitinde bulunan arkadaşlar, daha evvel onu da çeşitli yerlerde belirtmiş idim, filmi çeken adam blockbuster tanrısı Cameron, Avatar da öyle olacak! 

      Yine de, Cameron, karşıma ilk kez diğer filmlerine nazaran, görece (göreceli yazana da acayip küfrederim bu kelimeyi) zayıf bir senaryoya imza atmış Avatar'da. Ancak kendisinin de belirtmiş olduğu gibi, ( bu belirtme bilgisinin kaynağı Bilge'dir), Avatar bir geçiş filmidir.

       Teknik yönden bir devrim olan Avatar, senaryodaki bazı zayıflıklarına rağmen, Cameron'ın çıraklık eseri Terminator 2 filminden sonra "Kalfalık Eseri" halini bu kez aşırı görselliğiyle  alıyor ve ustalık eserinde tastamam bir filmin haberini veriyor. Umuyorum ki, o da bir anime manga uyarlaması olan, Battle Angel olacaktır.

      Gelelim senaryonun "nesi zayıf", noktasına. Aslında Cameron'ı kendisiyle kıyasladığımızda daha zayıf görünüyor, yoksa tastamam klasik Syd Field şablonuna uyan, yine örnek verilebilecek bir senaryoya sahip. 
       
       Cameron, karakterlerinin motivasyonu ve çatışmaları ilk kez filminin görselliğinin gerisine düşüyor. Öyle ki, Sigourney teyzem, Sam'in albayın maşası olduğunu öğrendiğinde, neredeyse tepki vermiyor bile. Bu tarz ufak detaylar filmi biraz aşağı çekiyor. 

       Filmi Amerika'nın bir yer altı zenginliğine kafayı takıp, ordaki halkı iplemeden araziyi dümdüz etmesi metaforu olarak okursak, ki ilk görünen odur, kurtarıcı yine Amerika'dan çıkıyor gibi bir subliminal mesaj görüyoruz, diyenlere de bir çift lafım olacak:
    
       Onu, Iron Man filminde yapıyorlar, burada değil.  Burada Jake Sully, karakter dönüşümünü sonuna kadar taşıyor ve bir Na'vi halini alıyor, insan bedeninden kurtuluyor. Jake Sully, aşktan ziyade, doğanın yekvücut yapısına duyduğu hayranlık ile kendi türüne karşı savaş açıyor. Zaten bir asker olmasından ötürü, ilkel yapısı gereği en yüce adamların savaşçılar arasından çıktığı bir toplumda da, ayrıca kutsal tohum mıknatısı da olarak, büyük bir kabul görüyor. ancak çok yüce bir görev yapmalı, orda Toruk olayı devreye giriyor. Zaten onu da ilk gördüğümüzde, Jake'in onu avlayacağını anlamamak namümkün.

       Karakterler, filmin sahip olduğu 3. boyuttan yoksun gözüküyor ilk etapta.  Çünkü, perdede veya kağıtta görmeye alışkın olduğumuz için öyle görünüyor. O kadar çok gözümüzün önünden geçtiler ki, artık bakma ihtiyacı bile hissetmeyip, "derinlikten yoksun", diyip geçebiliyoruz. Oysa bir canlı öldürdüğü için yas tutabilecek kadar doğaya saygılı karakterlerden, sert asker imajına kadar hemen her türde kişiyi barındırıyor. Yine Syd Field ve holywood ekolünden destek karakterler, düşmanlar, önce düşman sonra dost olanlar, vs vs vs. hepsi, olması gerektiği gibi, olması gereken yerde var.

      Ama o kadar çok görmeye alıştığımız karakter türleri ve motivasyonları iyi yedirilememiş karakterler ki, senaryoyu inceltiyorlar. Senaryonun tahmin edilebilirliğini ise, film dahiyane bir görsellikle bertaraf ediyor...


       GÖRSELLİK

      İşte Avatar'ın Gücü!

       James Cameron'ın Pandora tasarımında, sualtı canlılarından ve özellikle biyolüminesans adını verdiğimiz kimyasal özellikleri sayesinde biyolojik olarak ışık yayan canlılardan etkilendiği zaten kendi ifadesi. Ayrıca insanlığın görsel hafızasının da yardımıyla, canı isteyen herkes, Pandora tasarımında bir şeyler bulabilir. La Planete Sauvage animasyonundan bile izler keşfetmek olası. Ancak o kadar çeşitli bir dünya yaratılmış ki, sadece tek bir tür üzerine gidilmemiş, ciddi manada bir coğrafya, fauna ve flora yaratılmış durumda. Manyetik kuvvetle uçan dağlardan tutun, 6 kollu maymunumsu sürüngen görünümlü yaratıklar, hareket eden bitkiler, sürekli ormanda uçuşan böcekler, ve filmin başında da belirtildiği gibi, çıkış noktası Dünya'daki Amazon Ormanları olan Pandora'nın ormanları. Hallelujah adını verdikleri (insanların) dağlar ise, özellikle Japon mangalarında sıklıkla karşımıza çıkan öğeler. Cameron'ın onları sevmediğini söyleyemeyiz (Battle Angel Alita).

      Cameron bu kez sazı eline, ne bir bilim kurgu hikayesi, ne bir aşk hikayesi anlatmak için almış. Cameron, hep dinlediğimiz masalları artık, görmek, duymak ve 3. boyutta içine girmek için kullanmış.

     Sinemada görsellik herşey değildir, evet ama, görsellik aynı zamanda çok şeydir de. Cameron'ın bu yaptığı, kendi ekipmanlarını geliştirmeye zaman ayırarak, sanatsal bir yaratımda (filmin görselliği), tekniğin ne denli önemli olduğunu göstermesidir. 

       Sinema sadece felsefe ve alt metin okumaları da değildir. Bu nedenle, kendini gerçek sinema izleyicisi görüp, bir blockbuster mucizesini, sırf ticari kaygı da güttüğü için eleştiren biri, dönüp kendine baktığında, o açıdan eleştirse, intihar edecek duruma gelir. Avatar aynı zamanda, sinemanın sanatsal yönünün en kolay anlaşılabilir olan kısmını, görselliğini, yeniden tanımlıyor.



       PANDORA HAYATI

      Aldığım eğitim, her ne kadar moleküler düzeyde canlıları incelemek olsa da, makro düzeyde de akademik eğitime sahibim. Bu da Pandora Gezegeni'nin hayatını daha rahat değerlendirme imkanı veriyor. Bütün canlılar, kimyasal bir sinir sistemi ile birbirine bağlanmış durumda. Ayrıca bu sinir sistemi, aynı zamanda biyolüminesans özelliği de gösteriyor. Hatta Na'viler, saçları ile diğer canlılara bağlanıyor. Mümkün müdür? Neden olmasın?

       Bu da Dünyadaki, Kızılderili veya Aborjin kültürlerinde sıklıkla yer alan, ancak gerçekliği çok tartışılır olan ve bana göre gerçekle akrabalığı dahi olmayan mistik öğelerin, Pandora'da bilimsel bir temele dayandırılarak gerçekleşebilmesini sağlıyor. Cameron, mistisizmi bile bir temele oturtuyor ki, bu da az evvel zayıf dediğim senaryonun oturduğu kaidenin ne kadar kuvvetli olduğuna bir işaret yolluyor. 

      Pandora canlıları, daha evvel, sinemada bilimin kullanımı hakkında bir yerde yazdığım yazıdaki bahsettiğim, Galileo'nun Discorsi yapıtından beri bilinen, ağırlık, kütle, boyut ve hacim olayına göre, Pandora'nın daha zayıf yerçekimi nedeniyle iri lakin narin bir yapıda gelişme şansını elde ediyor. Üstelik baştaki avatarı zayıf olan Jake Sully'nin Neytiri ile yaptığı eğitimler sonucu, kas kütlesinde oluşan artış da gözden kaçmamalı, Cameron, ayrıntıda gizlidir!

       Ayrıca Ikranlara bağlanmaları, bir adet seçtikten sonra hep onunla bir olmaları gibi öğeler, kabile kültüründen beklenebilecek davranışlar olarak göze çarpıyor. Kaldı ki, Pandora Hayatı'nın özü: Bir olmak olarak çiziliyor. 

      Yaratık tasarımları, nelerden etkilenildiği, tüm tasarımcıların röportajları ile beraber, nette yeterince mevcut durumda. Yazıyı fazla şişirmemek adına burada bu kısmı noktalıyorum.



      Uzay yolculuğu, içinde yerçekimi olmayan bir gemi ile, 4,5 ışık yılı uzakta olan Alfa Centauri A'ya 5,5 yılda yapılıyor. Çok hızlı, ama ışık hızı yok, hiperuzay yok, warp speed yok, worm holes yok! Sadece çok hızlı gemiler var! Cameron'ın aslen bir fizikçi olduğunuu, NASA bilimadamlarına da danıştığını, hatta NASA 2009 Mars Projesi'nde yer aldığını belirtmeme gerek var mı?

      Birçok yapıtta yer alan, hatta günlük hayatta da kullandığımız Doğa Ana, bu filmde, gezegeni saran dev bir beyin gibi davranıyor, yani yaşayan bir bilinç olarak bir doğa var. Cameron bunu Dr. Grace'in ağzından da söylüyor. bu da demin değindiğim gibi, mistik öğeleri dahi bilimin biyolüminesans ışığında açıklıyor ki, James Cameron fantastik görünen bu filmi bile, fantastik öğelerin elinden kurtarıp sağlam dayanaklara bağlıyor. Bilimsel açıdan geçerliliği tartışılır olsa da, ne midichlorianlar var, ne ruhlar alemi var, ne yüzük gücü var, ne de başka şey. Onların temeli sorgulanmaz, çünkü "fantastik", der geçersin. Cameron bu basit numaraya yatmıyor, doğruluğu sorgulanabilir olsa da, bu sorgulanmayı göze alarak, Pandora'yı, bir zemine oturtuyor. Cameron 3D kullanımında ucuz numaralara kalkmadığı gibi, bu noktalarda da kalkmıyor. 
 
      PANDORA RÜYASINDAN UYANIŞ

      Cameron, yine izleyiciyi, Titanic filmindeki gibi, filmdeki gemiye de yaptığı gibi, ortadan ikiye bölüyor. Ancak bu kez, elinde öyle bir görsellik var ki, herkes başını öne eğmek zorunda kalıyor. Durdurulamaz bir güç gösterisi yapıyor. Endüstriye şekil verecek, evet verecek, ancak meyvelerini daha yakın zamanda göremeyeceğiz gibi duruyor. T2'den sonra, 5 - 10 yıl beklemek gerekti bazı yapımlar için.

      Üstelik Cameron, eski filmlerine de Avatar ile yer yer göndermeler yapıyor ki, bunları keşfetme zevkini, "tespit yaptım bak", diye göstermek yerine, hep izleyenlere bırakma eğilimim vardır.

      James Cameron, beklediğimin altında veya üstünde bir şeyle gelmedi Avatar ile, beklediğimden farklı bir eksende geldi. O nedenle beklentilerimi karşılama hususunda ağzımdan tek bir kelime dahi çıkamıyor. Kim gördüğü bir rüya için bilinçaltına beklentilerimi karşılamayan/karşılayan vs. bir rüyaydı, diyebilir ki?

       Avatar daha yolun başıdır, James Cameron eğer ki çekerse, Battle Angel ile, yeniden tarih yazacaktır, yeni bir Terminator fenomeni oluşturacaktır. Bundan zerre kadar şüphe duymuyorum artık...

      Şimdilik bu kadar, daha Avatar üzerine yazacak o kadar çok şey var ki...


Hörmetlerimle...

Sir IV. Astur "Lengeli Fötür" Quemandele


        

Avatar!

        Ha uşaklar bugün 21:30 da ilk seansa gidiyorum, ne yazık ki dublajlı, orjinal de, cumartesi ye aldım. sonra didik didik edecem burda, acımammmmm!

Lengeli Bunları Bekliyor...

Avatar geldi zaten, ağzımızın ucuna kadar, burnum Avatar'ın A harfine dokunmak üzere, kokusunu alabiliyorum. Onun dışında bir gaz beklediklerim:

Book of Eli, bu filmin içini dışını  Bilge'ye bırakmak gerek diyerek, 

Clash of the Titans, bu yeniden çevrim sayesinde, sonunda yunan mit'inin görselliğinin hakkını verecek ilk film olması nedeniyle bekliyorum. Bmyle fantastik şeylere mitolojilerde evet, sonradan alegori yaparak yazanlara hayır diyerek, ve dahil Sam Worthington faktörü ile de:

Inception: Chris Nolan'ı bekler Lengeli...



      Bir yere varmak için kaç adımın kaldığını net olarak kestirebilsem, buna kalan gün sayısını saymak kadar heyecanlandırmaz, hatta umrumda da olmazdı.

      Bekle beni 18 Aralık Cuma günü ilk seans!

      Ardından bekle beni IMAX 3D...

Hörmetlerimle,

Lengeli Fötür...




Paranormal Activity

Döneminde yatılı okulda okumuş benim gibi paranormal aktivite hikayelerinin kaşarlanmışı olan birini değil korkutmak, germeyen bir film bu. Oysa biz ne yurt altı yatırları, ne çağırma seansları, ne şeyler gördük.

Anlaşılan ilkokul çocuğuyken endoskeleton'dan korkmakla sınırlı kalacak bende bu filmlerden tırsma mevzusu... O kadar da yalnız olduğum evde, gece karanlık bir ambiyans yaratmıştım. dan dun gece 2'de gürültü geliyor, ama üst kattaki sıpalardan. Müstakilde gelse bir nebze 3,5 sularına yelken açabilirdim, belki...

Kısacası bizim daha veletken birbirimizi korkutmak için 3 dakika içerisinde anlattığımız hikayelerden ötesini sunan bir film değil.

Onun haricinde, kendini izlettiriyor...

Bir de dilime dolandı izlerken ister istemez, ne dolandı, bu dolandı (01:05'ten itibaren):


Ayıralım...

     Arkadaşım, hala fantastik bumbastik  öğeler içerenler ile (ejderha, elf, kelf, büyü vırt zırt) ile kurgu bilimi (hiç birşeyi yoksa, adında bile bilim var, büyü müyü yok bak) aynı kefeye koyanlar var.

     Yapmayın, kendinize de mi acımıyorsunuz, dövdürtmeyin kendinizi...

Hörmetlerimle...

Lengeli Fötür...

Quemandele's Umbrellaman

filmim yakında vizyonda, afişini koyayım önce:


img. a mov. 1: umbrellaman by ~lengelifotur on deviantART

SKJA

      Oldum olası en sevdiğim küfürlerin bayrak taşıyanıdır bu:

Sik Kafalı Japon Askeri...

      Müzük üzerine eğilmiş, yanım, diğer yanlarıma oranla daha da eğik olduğu için, filmlerdeki şarkılardan da bir seçki yapayım dedim kendime göre...

Batman Returns - 1992: Face To Face - Siouxsie And The Banshees

Videoda 48. saniyede başlayan Face to Face, bir filmdeki karakterler ile en iyi örtüşen şarkılardan biridir benim gözümde. Neden? Tim Burton'ı çoğu kişi gibi, yarattığı atmosfer yüzünden sevmem. Hatta o açıdan kıl olduğum bir yanı da vardır. Lakin burdaki gibi anlatımları daha çok hoşuma gider. Maskeli baloya, maskesiz gelen Catwoman ve Batman, namları diğer, Selena ve Bruce Wayne burada bize gösterir ki, gerçek kimlikleri Catwoman ve  Batman'dir. Maskeli baloda maskesiz gezmelerinin sebebi, aslında normal, günlük hallerinin, maskeli halleri oluşudur. Normal hayatları maskeleridir. Bunu da Face to Face eşliğinde çok iyi bir biçimde idrak ederiz.


Frantic - 1988: I've Seen That Face Before - Grace Jones

Roman Polanski'nin bu pek de içaçıcı olmayan filminde, tabiri caiz ise çılgın atan şarkıcı Grace Jones'u, yeryüzünün gelmiş geçmiş en mükemmel parçası olan Astor Piazzolla'nın Libertango eserini, dönemin diskolarında zirveye oturtan cover'ı "Strange, I've seen that face before" ile dinliyoruz ve Harrison Ford'a rağmen katlanıyoruz.

Scent of a Woman - 1992: Por Una Cabeza - Carlos Gardel 

Efsane tangolardan, geleneksel tangonun şarkının da adındaki gibi, bir at kafası önde giden adamın olan Carlos Gardel'in Por Una Cabeza'sı eşliğinde Al Pacino. Klasikleşmiş bir sahne. Aynı eserde, Jim Cameron'ın True Lies filminde Arnold The Governator Schwarzenegger de iki kez tango yapmıştır. Şarkının sözleri de vardır, ancak burada enstrumantel  hali kullanılmıştır.

Moulin Rouge - 2001: El Tango De Roxanne - Jacek Koman, Ewan McGregor, Jose Feliciano

Özellikle Chicago'daki Cellblock Tango saçmalığı çıkınca, değeri birkaç yüz misli daha çok artan eser. Police dönemlerinden kalma bir şeyin, nasıl birkaç gömlek yukarı alınabileceğini gösteren ve müzikal olması nedeniyle de, görsellikte tavana vuran, aynı zamanda Jose Feliciano gibi bir varlığın gitarını arada duymamızı sağlayan şahane eser. Daha ne demek lazım. İzle ve dinle...


Aslında daha çok var, ama kiminin görüntüsünü bulamadım, kimisi ile uğraşmak istemedim. Ayrıca yazıyı da videolarla şişirmek istemedim. İlerde belki devam ederim. 

Hörmetlerimle...

Lengeli Fötür...

Kaygısız Saçmalama Vol:1

      Geçen gün, kendi çapımda dışarı çıktım yürüyorum. Bir omuzüstü tanksavar atımı mesafesi kadar yürüdüm. Benim evimin karşısında eski oto sanayii vardır, Kayseri gören bilir neresi olduğunu, şu gladyatör veya hipodrom geleneğinin zamanımıza yansıması olan, gökten, uçan ancak ziyadesiyle tombul bir daire olarak inmiş gibi duran Kadir Has(siktir) Stadı karşısından başlar bu eski oto sanayii.

     Herneyse, yürüdüm, yol boyu yürüdüm, şimdi sararmış çınar yaprakları arasından falan geçtim, bünyem yine de bundan bir mana çıkaramadı. Daldım sanayii binalarının arasına, kaportacı, sıralı LPG sistemcileri, her türlü buji, balata , lastikçi, jantçı falan. Sonra geri çıktım, eve döndüm.


Bu kadar.


Hörmetlerimle...

Lengeli Fötür

Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa